PANAYIR Yolum bir gün taşrada bir panayıra düştü. Bu, beni derinden sarsan bir karşılaşma oldu. Çocukluğumu yaşadığım şehirde her yaz birkaç günlüğüne panayır kurulurdu. Biz çocuklar için büyüleyici bir dünyaydı panayır. Toprak çimen ve gökyüzü arasında olmak, panayır içindeki lunaparkta çeşitli oyuncaklar sayesinde havaya savrulmak, duvarda gezinen java’sıyla motorsiklet cambazını izlemek, harçlığını sonuna kadar tüketmek ve eller cepte de olsa yine o gürültülü, renkli dünyanın içinde olmak coşkusuydu. Küçük kasabamızda sonraları ortadan kalkmış ve bir şekilde görüş alanımdan çıkmıştı panayırlar. Büyükşehirde yaşamaya başlamış, hayat koşuşturmacası içinde o güzel panayır anılarını unutmuştum. Meğer “hatırlamak” yaşamın en sürprizli deneyimiymiş; hatırlamak için unutmak gerekirmiş. Dört elle panayırları aradım taşrada. Orta yaşıma rağmen panayırların içinde olmayı istedim çocukça… Geçmişe özlem duymanın çok ötesinde, tekil fotoğraflardan yola çıkarak bir büyük panayır resmi oluşturma çabasıydı bu. Yeter ki hakikatli biri tarafından ortaya konulmuş olsun, fotoğraf, yaşamın bir tür yansıması demektir. Otobiyografik izler barındırır; gözlerle dokunmaktır. Panayırın orta yerinde çay dağıtan, her geçişinde kameraya gülümseyen şu sevimli çocuğu hatırlıyorum: “Çek Abi! Fotoğrafımı göndermesen de çek! Benden sana hatıra olsun!”, diyordu. Farkında olmadan, bilgece, fotoğrafın gizemini bir kat daha derinleştirip fotoğrafçının yükünü bir kat daha ağırlaştırır gibi. Bu yıl Nobel edebiyat ödülünü kazanan Amerikalı şair Louise Glück, çocukluk yaşantısının biricikliğini, Nostos şiirinin son iki mısrasında âdetâ özetliyor: “Dünyaya bir kez çocukken bakarız
Gerisi hatıradır.”
Yusuf Darıyerli
|